Psikoterapi Beyni Değiştirir Mi? Nasıl(1)?

Psikolojimizi değiştiren psikoterapi beyni değiştirir mi?

Psikoterapi, son yüzyılda insanların bilincinde, duygu, biliş, davranış ve bedensel algılamalarında öngörülebilir kalıcı değişimini üretmek için sistematik bir arayış çabasıdır. Bir çok psikolojik sıkıntıda ilk başvurulması tavsiye edilen yöntemlerden biri olarak giderek ön plana çıkmakta. Öte yandan bir çok psikolog ve psikiyatrist  bir şekilde psikolojik ruh sağlığı sorunları ve biyolojik ruh sağlığı sorunları olarak ikilik yaratmış durumda. Oysa bu ikilik ‘psikoterapi’yi bazı ruhsal sıkıntılarla sınırlandırmakta, tam tersi durumda da bazı rahatsızlıkların altında yatan biyolojik temelleri yok saymaktadır. Psikolojik süreçlerimizdeki en ufak değişikliklerin, beyin yapılarının ve işlevlerinin bir yansıması olduğu artık daha da net bir bilgi olarak önümüzde. ‘Psikoterapi’deki değişim ve ‘psikoterapi’nin işe yarayıp yaramadığı, sorun ve sıkıntılardaki azalma, psikolojik becerilerdeki artış ve kişilik gelişimi veya sosyal işlevsellikte artış  ile ölçülmeye çalışılsa da son bir kaç on yıldır nörogörüntüleme teknolojisinin gelişimi ile beyindeki değişiklikleri eş zamanlı görüntüleyebilmekte ve bu sayede artık  beynin öznel deneyimlerimizden etkilenip etkilenmediğine dair kanıtları bizzat beynin kendisinden toplayabilmekteyiz.

Artık yaşam içerisinde insanların beyinlerinin nasıl değiştiğini onlara zarar vermeden görebiliyor;  hücrelerin fonksiyon ve metabolizmasını bilmek, beyin kan akımının bölgesel olarak nasıl olduğunu belirlemek için beyin görüntülemeden (SPECT, PET, functional MRI) faydalanıyoruz. Bu ve buna benzer teknolojiler ile gösterdiğimiz herhangi bir resmin, dinlettiğimiz müziğin, hisstetiğimiz dokunuşun, tadın, kokunun yaşayan insan beyninde nasıl değişikliklere sebep olduğunu, o an nasıl çalışıyor olduğunu anlamamız mümkün oluyor. Bununla yetinmeyip uzun süreli bir stresin beyni nasıl etkilediğini böyle bir stres yaşamayan kişilerin beyinleri ile karşılaştırabiliyor,  süreç alan psikoterapi veya ilaç gibi tedavilerin beyinde nasıl değişiklikler yaptığını gözlemleyebiliyoruz.

Beyin görüntüleme teknolojisinden yararlanmaya başlamadan önce de hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bize deneyimlerin beyni değiştirebileceğine dair kanıtlar sunmuştu. Fare, sıçan gibi hayvanlar ile yapılan deneyler oyun oynayabilecekleri bir alanları olan kemirgenlerin beyinlerinin en üst gri tabakasının(korteks),  olmayanlara göre daha kalın ve hücreler arası bağlantılarının daha yoğun olduğunu göstermiştir. Yalnız kalan, tecrit edilmiş hayvanlar ile bir grup içinde kalan hayvanların da beyinlerinde farklılıklar bulunmuştur. Aslında günlük yaşamımızda öğrendiğimiz her şey beynimizin yapısını değiştirdiğini biliyoruz. Bu değişimin kalıcı olması ise deneyimlediğimiz şeyin duygusal gücü, işe yarar olması, tekrar sayısı gibi birden çok etkene bağlı.

Depresyonda psikoterapi ve ilaç?

Sanırım artık kimse ilaçların vücudumuzda nasıl olupta büyük değişiklikler yaptığı konusunda hayrete düşmüyordur. Bir sürü rahatsızlık için onlarca çeşit ilaç bulmayı ve bu ilaçların hekimlerin tavsiye ettiği şekliyle kullanımının büyük faydaları olduğu konusunda genel bir fikrimiz var. İlaçların vücudumuzda yaptığı değişiklikleri kabul ettiği kadar henüz beynimizde yaptığı değişiklikleri kabul etmiş görünmüyor toplumumuz. Psikiyatrik ilaç kullanmak halen bir tabu olmasa da bir sürü insanın kafasında soru işaretleri mevcut. Peki ya psikoterapi? Deneyimlerime dayanarak en az ilaçlar kadar bu konuda da kafaların karışık olduğunu söyleyebilirim. Bir psikoterapist ile konuşmak, düşünmek, susmak, kararlar almak, terapiyi dışarı taşımak, bir şeyleri çözer ve kalıcı olur mu? Peki ya beyinde bir şeyleri değiştirdiğini görürsek bu ikna edici olur mu?

Depresyon, anksiyete bozuklukları ve kişilik bozuklukları gibi psikolojik sıkıntılarda  nörogörüntüleme teknikleri kullanılarak yaklaşık 25 yıldır bu sorunun cevapları aranıyor. Psikoterapi kimi zaman ilaçlar ile karşılaştırılmakta, kimi zaman hastalıklara göre hangi psikoterapi yönteminin daha etkli olduğu araştırılmakta, kimi zamanda beynin değişen bölgeleri arasında karşılaştırma yapılarak etki mekanizmaları arasındaki farklar sorgulanmaktadır.

Beynin içinde hücrelerin iletişiminden sorumlu nörotransmiter denilen kimyasalllar mevcut ve araştırmalar bu nörotransmiterlerden birini depresyondan sorumlu tutmakta, serotonin. Serotonin, bir çok insan tarafından beynimiz içindeki mutluluk hormonu gibi düşünülse de bir hormon değil ve mutluluktan çok dengeleyici olarak görev yapıyor gibi görünüyor. 20 yıldan fazla zaman önce 1992’de yapılan bir araştırmada bir antidepresan (fluoxetine, beynimizde bulunan serotonin parçalanmasını engelleyerek serotonin miktarının artışını sağlar) ile davranışcı terapi karşılaştırılmış ve iki tedavi yönteminin de özellike beynin kaudat nükleus denilen bölgesinde benzer bir değişim neden olduğu gözlenmiştir. Yapılan araştırmalar kaudat nükleusun hedef-yönelimli hareketler, hafıza, öğrenme, duygu, uyku-uyanıklık gibi işlevlerde beynin diğer bölgeleri ile birlikte görev aldığını göstermektedir.

Beynin işlevsel değişimine dair yapılan bir çok çalışma, Kognitif-Davranışçı Terapi, Diyalektik davranışçı Terapi, Psikodinamik Terapi ve Kişilerarası Terapi gibi terapi yöntemlerinin majör depresyon, obsesif kompulsif bozukluk, pani bozukluk, sosyal anksiyete, özgül fobiler, travma sonrası stres bozukluğu ve borderline kişilik bozukluğu  gibi psikolojik sıkıntıları olan bireylerin beyninin çalışma şeklini değiştirdiğini göstermiştir.

Araştırmalarda genellikle psikoterapi ve ilaç tedavisinin beyinde benzer değişiklikler yaptığı bulunsa da yapılan son çalışmalarda bazı farklılıklar olduğu gözlenmiş. Majör depresyondan muzdarip hastalar ile yapılan bir çalışmada Kognitif-Davranışçı Terapinin  hippokampus ve dorsal singulat korteks metabolizmasında artışa neden olduğu gözlenirken beynimizin ön kısmında yeralan dorsal, ventral ve medyal frontal korteks metabolizmasında azalmaya neden olduğu gözlenmiştir.  Kognitif-Davranışcı Terapi ile kıyaslandığında paroxetine(yine serotonin artışını sağlayan bir antideprasan) prefrontal korteks metobolizmasında artış sağlarken, hippokampus ve subgenual singulat metabolizmasında azalmaya neden olmuştur. Bu bulgular bu terapinin  antidepresan ilaç ile tamamen farklı bir mekanizma ile beyinde değişiklik gösterdiği bulgulanmıştır. Bir başka çalışmada ise kısa dönemli psikodinamik psikoterapi ile fluoxetine tedavisi gören majör depresyon hastalarının beyinlerinde 17 belirgin fark ortaya çıkmıştır.

Bu gibi sonuçlar, yeniden benzer rahatsızlıkların yaşanmamasında hangi yöntemin daha başarılı olduğu ya da beynimizin bizi biz yapan anıları nasıl koruduğu, hayal ettiği, bunları nasıl etkilediği ya da etkilendiği gibi sorulara cevap bulmak için de önemlidir. Terapi odasında ve terapinin dışarı taşınması ile yaşadığımız özgül deneyimlerin beynimizde kalıcı etkiler yaratacak kadar bariz olduğunun, bizzat beynin işleyişini ve yapısını görüntüleyerek, bilimsel ispatları olduğuna göre sonraki soruya geçebiliriz. Nasıl?  Yapılan araştırmalar, değişim mekanizmalarına dair de fikirler vermektedir. Bu değişim nasıl olduğu, mekanizmalarına dair ikinci bir yazının konusu olacak.

 

You may also like...